16 Aralık 2013 Pazartesi

Çelik Canavarların Tarihi

İnsanoğlunun kendini koruma ihtiyacı tarih öncesi devirlerden itibaren var olan bir olguydu. Bu arayış sonucu ortaya çıkan zırh teknolojisi çağlar boyunca ilerleme gösterdi. Sertleştirilmiş hayvan derisinden kemiğe kadar birçok maddeden zırh yapan insanlar, bakırın işlenmesiyle elde edilen bronz plakalar sayesinde ilk metal zırhlara kavuşmuş oldu. Ardından gelen demir ve çelik teknolojisi ise insanın ve atın başrolde olduğu savaş meydanlarında binlerce yıl kullanıldı.



18 ve 19. yüzyılda yaygınlaşan barut teknolojisiyle birlikte zırh önemini kaybetmeye başladı. Üzerinde çelik plakalar taşıyan ağır piyadelerin yerini yüksek ateş gücüne sahip, tüfekli ve hızlı piyadeler aldı. Ancak piyadenin bu üstünlüğü fazla uzun sürmedi. Sanayi devriminin getirdiği üretim yenilikleri sayesinde kitlesel bir şekilde üretilen güçlü toplar ve makineli tüfeklerle korkunç bir ateş gücü ortaya çıktı. 1. Dünya Savaşı’nda bu ateş gücünden korunmak için yeniden zırh korumasına yönelen ordular çeşitli denemelerde bulundu. İlk etapta motorlu araçlara monte edilen zırhlar 1. Dünya Savaşı’nın getirdiği şartlarla birlikte kendi evrimini geçirdi ve muharebe meydanlarının yeni patronunu ortaya çıkardı: Tanklar.

NASIL ORTAYA ÇIKTI

1. Dünya Savaşı’nın batı cephesinde meydana gelen statik savunma anlayışı Almanlara ve müttefiklere çok sayıda insana mal oluyordu. Kademelenmiş siper sistemleri ve bu siperlerin ardında yer alan büyük topçu gücü Kuzey Fransa topraklarını tam bir insan öğütme makinesine çevirmişti. Ufak bir mevziyi ele geçirmek bile binlerce askere mal oluyordu ve Avrupa’nın devasa ülkelerindeki insan gücü de tükenmeye başlamıştı. Bu durumun daha fazla sürmesini istemeyen İngilizer, Alman siperlerini kolayca geçebilecek zırh korumasına sahip yeni bir silah üzerinde çalışmaya başladı.

TANK ADI NEREDEN GELİYOR?

Ordunun isteği, düşmanın geniş siperlerini geçebilecek kapasiteye ve içindekileri koruyacak zırha sahip paletli bir araçtı. İngilizler, cephedeki askerler için su tankı geliştiriyor gibi göstererek projelerini büyük bir gizlilik içinde tamamladı. Bu nedenle ortaya çıkan aracın adı da tank olarak kaldı.

1916 yılında ilk kez Somme Muharebesi’nde savaş meydanında yerini alan tank, Mark 1 olarak isimlendirildi. Mark 1 tankı toplu (erkek) ve makineli tüfekli (dişi) olarak iki çeşit modele sahipti.


Tanklar Almanları kısa süreli olarak şoka uğratsa da istenilen başarıyı tam olarak sağlayamadı. Gerek o dönemin motor teknolojisi gerekse de tankların gerekenden çok daha ağır inşa edilmesi araçların hızını düşürüyor böylece düşman topçuları tankı saf dışı bırakabiliyordu. Ayrıca tankların ilk görev tanımı piyadeye destek olarak belirlenmişti. Bu doktrin nedeniyle toplu halde kullanılmayan tanklar düşman cephesini yarmakta piyadeden bağımsız hareket edemiyor ve bir nevi atıl durumda kalıyordu. Aslında o dönemin teknolojisi ile mecbur kalınan bir durumdu çünkü 1910’lu yılların şartlarında tankların kat edeceği mesafe oldukça kısaydı.

FRANSIZLAR VE ALMANLAR

Savaşın ilerleyen yıllarında işin içine Fransız ve Almanlar da girdi. Fransızlar Renault tarafından geliştirilen özgün FT 17 modeliyle ilk tankını savaşa soktu.


FT 17 için ayrı bir parantez açmak gerekli. İngilizler tanklarına göre daha ufak boyuta sahip Fransızların yaptığı bu tankın ana silahı makineli tüfek veya 37 mm’lik toptu. FT 17’lerin tank teknolojisine getirdiği en büyük yenilik ise tareti (kulesi) oldu. İlk kez bir tankta taret kullanan Renault firması sayesinde daha sonra üretilen tüm tanklar FT 17’den ilham aldı. Kendi ekseni etrafında dönebilen taret sayesinde tank komutanının görüş açısı genişliyordu ve bu sayede etrafı daha iyi görebiliyordu. Bu durum tankın savaşta kalma süresi üzerinde olumlu etkiye sahipti. FT 17 o kadar başarılı bir tanktı ki çeşitli değişikliklere uğrayarak 2. Dünya savaşı’nda bile kullanıldı.

Büyük Savaş’ta mücadele eden ülkelerden en büyük sanayi potansiyeline sahip Almanya, yeni çıkan bu teknolojiye pek ilgi göstermedi. Ancak düşmanın hamlesine cevap vermek isteyen Almanlar da tank üretim programını devreye soktu ve tarihteki ilk Alman tankı ortaya çıkmış oldu. A7V ismi verilen bu tank, daha sonraki yıllarda tüm Avrupa’yı kasıp kavuracak olan panzerlerin atasıydı. Ön tarafında 57 mm’lik topa sahip A7V’de altı adet de makineli tüfek vardı.



Alman Genelkurmayı’nın programına göre bu tanktan 100 tane üretilmesi planlanmıştı. Ancak savaşın sonuna doğru sanayisinde hammadde sıkıntısı yaşayan Almanlar ancak yirmi tane A7V üretebildi. Tankın önemini kavrayamayan Almanlar başka silahlara öncelik verdiği için tankı 1. Dünya Savaşı sırasında etkin olarak kullanamadılar.

DİĞER ÜLKELER

1. Dünya Savaşı ile 2. Dünya Savaşı arasındaki dönemde tank teknolojisi çok sayıda ülke tarafından benimsendi. Fransa, Almanya, Sovyet Rusya, ABD, İtalya ve Japonya gerek özgün tasarım gerekse diğer ülkelerden kopyalayarak ürettikleri tanklarla ilk zırhlı birliklerini kurmuş oldu.

İKİ SAVAŞ ARASI

1. Dünya Savaşı’nda çok acı tecrübeler yaşayan Avrupa ülkeleri ve ABD, barış döneminde olası bir siper savaşına karşı tedbirler almaya girişti. Savaşta piyadenin etkinliğini azaltacak geliştirmelere ağırlık verilmesini savunan İngiliz subaylar ve strateji uzmanları tank teknolojisi üzerinde fikir yürüttüler. Zırh gücü arttırılmış tankların daha randımanlı motorla donatılarak menzilinin artması yeni taktik anlayışları da beraberinde getirdi. İngiliz tarihçi ve strateji uzmanı Liddell Hart’a göre o güne kadar sadece piyadeye destek amaçlı kullanılan tanklar, artık tek başına düşman hatlarını yarmalı ve cephe gerisine sarkmalıydı. O dönemde bu fikrin geleneksel stratejileri benimsemiş komuta kademelerine kabul ettirilmesi son derece zordu. Hatta imkansızdı. Ancak Almanyada durum farklı bir şekilde gelişti. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Almanya’nın askeri gücü sınırlandırılmıştı. Sınır koruma görevi için 100 bin kişilik bir ordu bulunduran Almanların uçak, gemi ve tank gibi silahları üretmesi de galip ülkelerce kısıtlanmıştı. Bu durum yine de tank savaşları konusunda yenilikçi fikirlerin gelişmesine ket vurmadı.

ALMANYA’DA TANKÇILIK

İki savaş arası dönemde Alman komutanı Heinz Guderian tarafından yeni bir tank doktrini geliştirildi. İlk savaşın verdiği derslerden tecrübe kazanan Almanlar tankı ilk kez toplu ve piyadeden bağımsız şekilde bir taarruz aracı olarak düşündü. Bu stratejinin ilk uygulayıcılarından biri olacak Guderian, ilhamını İngiliz Liddell Hart’tan aldı. Hart’ın ve diğer İngiliz subayların yaşadığı sıkıntıların benzerini gören Guderian, yine de motorize birlikler kurulması konusunda üstlerini ikna edebildi. İlerleyen dönemde bu birliklere tanklar da katılacaktı ancak ortada eski kafalı Prusya subaylarından daha büyük bir engel vardı: Tank üretme yasağı…

İLK PANZERLER RUS BOZKIRLARINDA

Üretim yasağını çeşitli yollardan aşmaya çalışan Almanya’da Adolf Hitler’in iktidara gelmesi de bu döneme rastlar. Yeni savaş teknolojileri konusunda büyük bir özgürlük sağlayan Hitler’in, tank savaşıyla ilgili teorileri benimsemesi de uzun sürmedi. Ağır traktör adı altında üretilen ve Sovyet Rusya’ya ihraç ediliyor gibi gösterilen yeni model tanklar, ilk manevralarını da Rusya bozkırlarında yaptı. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, birkaç yıl sonra Sovyet topraklarını tarumar edecek olan Alman panzerleri ilk tatbikatlarını bu ülkede gerçekleştirdi. Panzer serisi adı verilen bu tanklar Alman zırhlı tümenlerinin bel kemiğini oluşturdu.





Alman komutanlarının istekleri doğrultusunda üretilen panzer serisi hız ve zırh kalınlığına önem verilmiş modellerdi. Silah konusunda ise otomatik yahut ufak çaplı toplar kullanıldı.

YILDIRIM SAVAŞI

Almanlar yeni ürettikleri tankları Polonya işgali sırasında deneyebildi. Karşılarındaki ordunun zırh bakımından sıfıra yakın oluşu ve tank savaşı doktrininden yoksun olması savaşın sonucunu tayin etse de Almanlar bu savaşta çok kıymetli tecrübeler kazandı. Panzerlerin düşman cephesini yardıktan sonra piyadeyi beklemeden taarruzuna devam etmesi ve bu taktikten alınan başarılı sonuç, tankların asıl vurucu güç olarak ne kadar etkili silahlar olduklarını kanıtladı. Özellikle de süvarilerin devrinin kapandığını kabul etmeyen gelenekçi subaylara… Polonya Seferi sırasında medyana gelen acı bir olay süvarilerin döneminin resmen kapandığını ilan etti. Cephe gerisine sarkan bir Alman panzer birliğini durdurmaya çalışan Polonya süvari bölüğü korkunç bir sonla karşılaştı.

Almanların Polonya’yı 1 ay gibi kısa bir sürede işgal etmesi tüm dünyada şaşkınlık yarattı. Savaş meydanlarının yeni patronu ortaya çıkmaya başlıyordu. Bu taktiğe Yıldırım Savaşı yani Blitzkrieg adı verildi. Tankı piyadeden ayırarak yardımcı yerine asli bir savaş unsuru haline getirme fikri İngiltere’de ortaya çıksa da bunu uygulayan ilk ülke Almanya oldu.

Polonya’nın bağımsızlığını garanti eden İngiltere ve Fransa, Almanya’ya karşı savaş hazırlıklarını sürdürürken başlarına geleceklerden habersizdi. Tüm Almanya-Fransa sınırını Maginot Hattı ismi verilen savunma hattıyla koruma altına aldığını düşünen Fransa, bu statik müdafa anlayışını çok acı bir biçimde ödedi. Otoritelere göre Maginot Hattı’nın geçilmesi imkansızdı. Geçilse dahi Alman panzerlerinden daha ağır olan ve daha iyi silahlandırılmış Fransız tankları Nazileri durduracaktı. Ancak Almanya’nın Manstein planı Müttefiklerin tüm planlarını suya düşürdü. Plana göre Ardennes Ormanı’ndan cepheyi yaran Alman panzerleri hiç durmaksızın Manş Denizi’ne doğru ileri harekatına devam ederek Fransız ve İngiliz ordularını ikiye bölecekti. Almanların ormanlık bölgeden saldırmayacağını düşünen Fransızlar ikinci büyük hatasını da bu noktada yaptı. Ormanda panzerler için yollar açan Alman Ordusu cepheyi kolayca yardı.



Daha sonra bendini yıkan su gibi Fransa içlerine akan panzer tümenleri önüne çıkan her engeli geçerek Manş Denizi’ne doğru ilerledi. Direnişle karşılaştığı yerlerde Luftwaffe’yi (Alman Hava Kuvvetleri) devreye sokan Almanlar, savaşa yeni bir soluk daha getirdi: Zırhlı birlikler ve hava kuvvetlerinin senkronize şekilde kullanılması.

HAVA KUVVETLERİ VE BLITZKRIEG

Fransızların tank üstünlüğü Blitzkrieg taktiği ve Luftwaffe’nin amansız saldırıları sayesinde bir anlam ifade etmedi. Tankın niceliğinden çok niteliğinin önemli olduğu ortaya çıktı. Ayrıca Fransa’nın altyapısı ve gelişmiş ulaşım ağı da Almanların kolay ilerleyişine yardımcı oldu. Fransa’nın kısa sürede düşmesi ve İngiliz birliklerinin Avrupa’dan son anda kaçarak (Dankirk Tahliyesi) adalarına sıkışıp kalması tüm dünyada büyük bir şok etkisi yarattı. Almanların yeni savaş taktiği komşu ülkelerin korkulu rüyası haline geldi.

DÜNYANIN EN BÜYÜK TANK SAVAŞLARI

Nazi Almanyası’nın Balkanlar’ı da ele geçirdikten sonraki hedefi Sovyet topraklarıydı. 22 Haziran 1941 günü dünyanın en büyük taarruzlarından birini başlatan Hitler, kendi sonunu da hazırlayan savaşın emrini vermiş oldu.

Tamamen tank savaşı şeklinde geçen Alman-Sovyet Savaşı, tank teknolojisinde de birçok yeniliğin ilk kez kullanıldığı bir saha oldu. Ancak tank tarihi açısından incelenmesi gereken en büyük savaş ve Blitzkrieg taktiğini çöküş sürecine sokan Kursk Savaşı’nı da ayrıca incelemek gerek.

KURSK MUHAREBESİ

Dünyanın en büyük tank savaşı olan Kursk Muharebesi bundan 70 yıl önce yapıldı. Temmuz 1943’te Rusya’nın Kursk bölgesindeki bozkırda karşı karşıya gelen Nazi ve Sovyet zırhlı tümenleri, günümüze dek eşi benzeri görülmemiş yoğunlukta tank çatışmalarında sahne aldı. Toplamda 6 bin civarında tank ve sayısız zırhlı aracın katıldığı muharebeye hava kuvvetlerinin de dahil olması her iki tarafa da ağır kayıplara mal oldu.

5 Temmuz 1943 şafağında topraklar büyük bir gürültüye sarsılmaya başladı. Alman toplarından çıkan mermiler Sovyet siperlerine düşmeye başlamıştı. Bombardımanın hemen ardından başlayan Alman tank taarruzunun hedefi Kursk çıkıntısında bulunan Sovyet tümenlerini kuşatıp imha etmekti.




Alman tarruzunu önceden haber alan Ruslar savunma hazırlıklarına daha önceden başlamıştı. Hitler’in yeni model Alman tankları olan panterlerin cepheye gelmesi için saldırı emrini geciktirmesi Kızıl Ordu’ya istediği zamanı kazandırdı. Nazi Almanyası’nın savaş boyunca ürettiği en başarılı tank olarak kabul edilen ve dönemine göre ileri bir teknolojiye sahip olan Panter, eğimli ön zırhı ve 76 mm’lik topuyla çağdaşı olan Sovyet tanklarına karşı üstünlük sağlıyordu.



Almanların bu savaş için kullandığı bir diğer tank da efsanevi kaplan (tiger) tanklarıydı. Cephede görüldüğü ilk aylarda ön zırhını hiçbir düşman silahının delemediği 60 tonluk canavar, 88 mm’lik korkutucu topuyla birlikte Hitler’in en güvendiği silahların başında geliyordu.


Yıldırım Savaşı (Bliztkrieg) taktiğiyle panzer tümenlerini Rusya’nın geniş bozkırlarında başarılı bir şekilde kullanan Almanlar, bu kez karşılarında kademelenmiş ve tanksavar toplarıyla desteklenmiş bir savunma sistemi buldu. Taarruzun ilk günlerinde başarı kazanan Alman ilerleyişi asıl Rus kuvvetleriyle karşılaşınca duraklamaya başladı. Ağır Alman tankları yavaş hareket ettikleri için Kızıl Ordu topçusunun ve tanksavar silahlarının yoğun ateşine maruz kalıp ağır kayıplar verdi. Ayrıca tam anlamıyla test edilmeden cepheye gönderilen panter ve kaplanlar karmaşık sistemleri nedeniyle sık sık arızalanarak düşman ateşine bile gerek olmadan  mürettebatı tarafından terk edildi.

Nazi tankları sayıca az olsa da ateş gücü bakımından Sovyetlerin oldukça ilerisindeydi. Örneğin bir SS panzer subayı bir saatten az bir zamanda 22 Sovyet tankını imha etmişti. Ancak bu tip kişisel başarılar muharebenin geneline etki edemedi.

Sovyetlerin o dönemdeki ana muharebe tankı orta sınıf T-34’lerdi. İlk kez 1941’te savaş meydanına çıkan ve çeşitli değişiklikler geçirerek 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Kızıl Ordu tarafından kullanılan T-34’ler Kursk Muharebesi’nde de önemli rol oynadı. Alman muadillerine göre kolay üretilmesi, tamir edilmesi, dizel motoru ve nispeten güçlü topuyla oldukça başarılı olan T-34’ler, düşman saldırısından uzaktaki fabrikalarda kitlesel bir şekilde üretilerek kesintisiz şekilde cepheye gönderiliyordu.


İnsan ve malzeme bakımından üstün olan Kızıl Ordu, Alman ilerleyişi durma noktasına geldiğinde Stalin’in emriyle büyük bir karşı taarruz başlattı. Gücü neredeyse tükenen Naziler, bu saldırıya karşı koyamadı. Doğu cephesinde kontrolü tamamen ele geçiren Kızıl Ordu gün be gün ilerleyerek 1945 Nisan’ında Berlin’i ele geçirdi ve savaşı nihayete erdirdi. Rusya bozkırlarında 70 yıl önce meydana gelen bu muharebe savaşın da kaderini tayin etmiş oldu.

TARİH TEKERRÜR EDER Mİ?

Peki, bu kadar tankın katıldığı bir savaş yeniden yaşanır mı? Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı Almanya’da konuşlu Sovyet ve NATO tanklarının sayısı onbinlerle ifade ediliyordu. Tek bir emirle hareket ederek Kuzey Avrupa’yı işgal etmeye hazır 20 bine yakın Sovyet tankı yıllarca ABD ve müttefiklerinin uykularını kaçırdı. Çünkü böyle bir güç bir kere hareket edince önüne çıkan her şeyi ezip geçebilirdi. Ancak korkulan olmadı ve sınırın her iki yakasında bekleyen tanklar sıcak bir çatışmaya girmeyerek yalnızca caydırıcı bir unsur olarak kaldı.

MODERN ÇAĞDA TANKLAR

Yine Soğuk Savaş yıllarında meydana gelen Arap-İsrail savaşları ve özellikle de 1973’teki Yom Kippur Savaşı’nda tanklar yoğun olarak kullanılsa da sayı olarak Kursk’u geçemedi. 1991 yılında yapılan Körfez Savaşı’nda ise ABD, Saddam kuvvetlerine karşı tank savaşına girmek yerine Irak zırhlı birliklerini üstün hava gücüyle imha etti.


Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’ne göre dünyadaki aktif tank sayısı 60.000 civarında ve zırhlı birlikler ülkelerin asli gücü olmaya devam etmekte. Ancak askeri uzmanlar bu rakamlara rağmen Kursk Savaşı’nda olduğu gibi bir tank çarpışmasını öngörmüyor. Gerek tankların maliyetlerinin yükselmesi gerekse savaş uçakları ve özellikle de saldırı helikopterlerinin kapasitelerinin artması, ülkeleri zırhlı birliklerini toplu halde kullanmaktan caydırmakta. Irak örneğinde olduğu gibi güçlü bir hava korumasıyla desteklenmeyen tanklar sayısı ne kadar fazla olursa olsun kaybetmeye mahkumdur. Bu nedenle çok sayıda ülke tank mevcutlarını güncellemektedir. Uzmanlar, önümüzdeki yıllarda ülkelerin Soğuk Savaş’tan kalma binlerce eski tankı emekli ederek daha makul sayılarda modern ana muharebe tankını ordu envanterlerine katmasını öngörüyor.

TÜRKİYE’DE ZIRHLI BİRLİKLER

Türkiye zırhı birlik macerasına 1928 yılında Fransa’dan alınan Renault FT-17 tankıyla başladı. 30’lu yıllarda Sovyetler Birliği’nden, İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü 40’lı yıllarda ise İngiltere ve Almanya’dan çeşitli modellerde tank satın alan Türkiye böylece ilk tank taburlarını kurmaya başladı. Soğuk Savaş döneminde ABD yardımları kapsamında çok sayıda Patton serisi tanka sahip olan Türkiye 90’lı yıllardan beridir elindeki eski tankları modernize etmektedir. Bugüne kadarki tecrübelerine dayanarak 2007 yılında Milli Tank Projesi’ni başlatan Türkiye, Güney Kore’nin de teknik desteğiyle 2012 sonbaharında Altay tankının ilk prototipinin tanıtımını gerçekleştirdi. Türkiye, Altay seri üretime geçtiğinde tank üreten ülkeler ligine dahil olacak.


Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün açıkladığı rakamlara göre ülkelerin sahip olduğu aktif tank sayıları:

Çin   7.450
Kuzey Kore 3.500
Rusya  3.300
Hindistan 3.250
Suriye  3.000
ABD   2.850
Güney Kore 2.500
Mısır  2.500
Türkiye  2.500
Pakistan  2.400

Bu rakamlara rağmen gelecekteki savaşlarda Kursk benzeri tecrübeler yerine insansız tankların savaştığını görmek daha olası. Bu durum geleneksel tankçılar için üzücü olsa da ülkelerin gelişen teknolojiye ayak uydurmak zorunda oldukları da bir gerçek.

6 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. teşekkürler faydalı bir yazıydı.
    www.modernfosil.com

    YanıtlaSil
  3. teşekkürler faydalı bir yazıydı.
    www.modernfosil.com

    YanıtlaSil
  4. Rica ederim. Yazımı beğendiğinize sevindim.

    YanıtlaSil
  5. Sıkılmadan okuduğum tek yazı eline saglik

    YanıtlaSil
  6. Çok faydalandım, teşekkürler...

    YanıtlaSil